30 Eylül 2011 Cuma

Tartışmak ne kadar, nereye kadar?


Sevdiğiniz insanla tartışmaktan değil, yanlış tartışmaktan korkun. Çünkü ortak bir sonuca varmaya odaklanarak tartışan çiftlerin ilişkisi daha sağlam temellere oturuyor, daha kuvvetli ve uzun ömürlü oluyor.

Tartışmak bir ilişkinin kaçınılmazıdır” diyor Uzman Klinik Psikolog İlknur Yılmaz ve ekliyor: “Çok nadir olarak çok uyumlu ve neredeyse hiç tartışmayan çiftler görsek de çoğu zaman tartışmanın olmadığı ilişkilerde sorunların görmezden gelindiğini söyleyebiliriz. Bu durumda sorunlara reaksiyon gösterilmiyor, çözüm yolları uygulamaya dökülmüyor, taraflar kendi içlerine dönüyor ve bir kilitlenme yaşanıyor.” Çok tartışan ya da hiç tartışmayan çiftlerin zamanla bu özelliklerini bir kimlik gibi üzerilerine giydiklerini ve ilişkilerinin “disfonksiyonel” yani fonksiyon gösteremeyen bir hale geldiğini belirten Uzman Psikolog Yılmaz, böyle durumlarda çiftlerin ilişkilerini sürdürseler dahi mutsuzluklarının yüzlerinden okunduğuna dikkat çekiyor. Bu mutsuzluk, kişilerin iş hayatlarına, sosyal hayatlarına ve çocukları ile ilişkilerine de yansıyor.

Peki çiftler arasındaki tartışmaları çeşitlere ayırabilir miyiz? Uzman Psikolog Yılmaz, çiftlerin tartışmalarını çekirdek ailelerin ve çekirdek aile olmayı başaramamış çiftlerin tartışmaları olarak ikiye ayırıyor ve ikinci grubun Türkiye’de çok kalabalık olduğuna dikkat çekiyor. Sosyoekonomik şartlar fark etmeksizin, ülkemizde birçok çift geldikleri aileden tam olarak kopamadıkları, yeni kurdukları ailenin sınırlarını çizemedikleri ve anne babaya karşı halen sorumluluk hissettikleri için sorun yaşıyor. Bu yaşananlar da birçok tartışmanın fitilini ateşliyor.
tartismak2
Tehlike çanları çalıyor mu?
Artık tartışmalarınızda hararetin yükselmesi şiddete dönüyorsa; psikolojik, fiziksel ve cinsel şiddetten biri yada birkaçı devreye giriyorsa, iki taraf da artık evliliklerinin devamı konusunda motivasyon eksikliği hissediyorsa evliliğinizin çatırdamaya başladığını düşünebilirsiniz. En önemli ayrıntı ise; tartışma anında yaşananların uyandırdığı hissin kişiden kişiye değişiyor olması. Her gün tartışan çiftlerden bazıları bu duruma karşı hassasiyet geliştirirken bazıları baş etmekte daha usta oluyor.
Sorunları baştan çözün
Uzman Psikolog İlknur Yılmaz, çözemedikleri sorunları olduğuna inanan çiftlerin evliliklerinin ilk yılından itibaren terapiye başvurabileceğini söylüyor. Çiçeği burnunda çiftlerin evliliklerini kurtarmak için motivasyonlarının yüksek olduğunu belirten Yılmaz, “Çözemedikleri bazı sorunlar için el ele gelen, birbirlerinin gözünün içine sevgiyle bakan çiftlerin hayatında ufak tefek bazı şeyleri değiştirmeyi başardığımızda harika sonuçlar alıyoruz. Onlara problem çözme yöntemlerini öğretiyoruz. Böylece evliliklerini sağlam bir temele oturtmuş oluyorlar” diyor.
Kavga bir iletişim şekline dönüşüyor
Çiftler arasında incir çekirdeğini doldurmayacak diye tabir edilen sebeplerle de sık sık tartışmalar yaşanıyor. “İki yetişkin insan sudan sebeplerle birbirlerini neden üzüyor?” diye sorduğumuzda, Uzman Psikolog İlknur Yılmaz’ın yanıtı şöyle oluyor: “Bu tür tartışmaların sebebi ya biriktirilmiş ve söylenmemiş sıkıntılar ya da defalarca konuşulmaya çalışılmış ancak çözümlenememiş meseleler oluyor. Kişi çaresizlik noktasına geldiğinde bu tür tartışmalar çıkabiliyor. Kişinin ilişki dışındaki alanlarında yaşadığı stresler de bu durumu tetikliyor. Örneğin bir taraf o gün patronundan kötü davranış görmüşse sudan tartışmaların şiddeti artabiliyor.”
Enerjisi çok yüksek olan öfke ve üzüntü gibi duyguları yaratan sorunlar, çözümlenemediği zamanlar bu iletişim kopukluğu ve bloke edilme hissi kişiyi çaresiz bırakıyor. O yoğun enerjinin bir kanal bulup çıkması gerekiyor. İşte bu durumda da kavga çıkarmak bir iletişim şekline dönüşüyor. Bazen dışarı vurulamayan bu olumsuz enerjiler; depresif sendromlar ya da vücutta ağrılar, gerginlikler olarak kendini gösteriyor.
tartismak3
Unutmayın!
Tartışmalarda en önemli nokta kişilerin karşı taraf için “O benim en sevdiğim kişi. Beni anlamak istiyor” gibi olumlu düşünceler hissetmesi yani ruhsal bir yakınlık duyması. Aksi taktirde dikkat edeceğiniz hiçbir püf noktası fayda sağlamıyor.
Doğru tartışmayı öğrenin
➤ Biriktirmeyin Sorunları biriktirince olumsuz enerjiyi besliyorsunuz ve o da bir gün volkan gibi patlıyor. Buna izin vermeyin.
➤ Etiketlemeyin “Sakar, beceriksiz” gibi suçlayıcı, yargılayıcı sıfatlar kullanmayın. Kendinize dönük cümleler kurun. Var olan sorunun sizin için ne ifade ettiğini anlatın.
➤ Saygılı olun Hakaret içeren, küçümseyici, aşağılayıcı eleştiriler yapmayın.
➤ Dinleyin Karşınızdakinin konuşup boşalmasına izin verin. Bu sırada ses tonu da yükselebilir. Onun sözü bitince siz de her şeyi kendi açınızdan anlatın.
➤ Onun adına konuşmayın Eşinizin beynine girme ihtimaliniz yok. 20 yıllık evli olsanız da onun ne hissettiğini bilemezsiniz. “Sen böyle yaptın, böyle düşünüyorsun” diye üzerine gitmeyin. Kendinize ait duyguları konuşun.
➤ Empati kurun Herkesin aynı duyguları hissedemeyeceğini unutmayın ve karşı tarafa “Senin bulunduğun noktada değilim ama saygı ile karşılıyorum” mesajı verin.
➤ İma etmeyin Söylemek istediğinizi açıkça söyleyin, karşı tarafın imalarınızı anlamasını beklemeyin.
➤ Eski defterleri açmayın Geçmişi hatırlamak sorunu çözümlemediği gibi, var olan soruna da tuz biber eker.
➤ Galip çıkmaya çalışmayın Her zaman haklı olmayı beklemek çok hayalci bir yaklaşım. Önemli olan tartışmanın sonunda ortak bir zemini birlikte oluşturabilmek. Biraz sizin biraz da karşı tarafın beklentilerinde törpülenme olursa haksızlığa uğrama duygusunu yaşamazsınız.
➤ Karşılaştırma yapmayın Eşinizi, arkadaşınızın eşiyle ya da bir başkasıyla karşılaştırmayın.
➤ Şiddete başvurmayın Bir tartışmada hararet artabilir, sesinizi yükseltebilirsiniz ancak kesinlikle şiddetin hiçbir türüne başvurmayın.
tartismak4
Çocuklar da tartışmayı öğrenmeli
Genel kanı, çocukların önünde kavga etmemek gerektiği yönünde olsa da Uzman Psikolog İlknur Yılmaz, çocukların önünde doğru bir şekilde tartışmanın onları hayata hazırladığını söylüyor: “Anne babasının doğru yöntemlerle tartıştığını gören bir çocuk oyun oynarken arkadaşı ile yaşadığı anlaşmazlıkta duygularını nasıl ifade edeceğini öğrenir. Çünkü en doğru öğrenme yolu aile içinde öğrenmektir. Duyguların çocuktan gizlenmesi çocuğun ileride o duyguyla baş etmesini zorlaştırır. Anne babanın tartışmasında ses yükselse de çocuk tartışmanın normal olduğunu, sonunda da kötü bir şey olmayacağını hissetmeli.”
Özel günlerde kavga
Hiç dikkat ettiniz mi, beklentilerinizin en yüksek olduğu günlerde mutlaka bir tartışma patlak veriyor. Doğum gününüzde eşiniz beklediğiniz kadar ilgili olmadığı için kavga çıkarıyorsunuz ya da bir bayram günü aile ziyaretine giderken o size bağırmaya başlıyor. Tüm bunların sebebi özel günlerde beklentilerin artması ve buna bağlı olarak kaygının yükselmesi… Bunu önlemenin en kolay yolu ise böyle günlerde önceden planlar yapmamak, abartılı beklentiler içine girmemek ve günü akışına bırakmak. Bunu başarırsanız yıllar sonra dönüp baktığınızda 30. yaş gününüzdeki gözyaşlarınızı değil, beraber ne kadar çok güldüğünüzü hatırlamanız mümkün.


Pembe Yalan Olmaz


Prof. Dr. Suat Cebeci, yalanın büyüğü küçüğü olmadığını söyledi. Cebeci, yalanın insanlar arasındaki güven, sevgi, saygı, dostluk gibi duyguları yıprattığını belirtti.

Bazen dostlukları bitiren, bazen bir yuvayı yıkan, bazen de kişiyi işinden eden yalanın pembesi, mavisi olur mu? Yalan, insanın sosyal yaşamında ne gibi yaralara yol açıyor? Yalanın, insanlar arasında güven duygusunu yok eden son derece zararlı ve tehlikeli bir hastalık olduğuna dikkat çeken uzmanlar, "Yalan madde bağımlılığı gibi bir alışkanlık oluşturuyor" diyor.

Çocuklar ne zaman yalan söylemeye başlar

Psikolog Yasemin Eyüpoğlu, çocuklarda ortalama 4-6 yaş arasına tekabül eden dönemde adına yalan denemeyen ama doğru olmayan söylemler görülebileceğini aktarıyor. Bu dönemdeki yalanları bir davranış bozukluğu olarak nitelendirmenin yanlış olduğunu belirten Eyüpoğlu, "Soyutlama becerisinin arttığı bu dönemde çocuk, ötekini ne kadar kandırabileceğini düşünür ve yalan söyler. Bu durum karşısında ebeveynin 'Emin misin? Ben öyle hatırlayamadım.' gibi çocuğa düşünme ve düzeltme alanı tanıyarak yapıcı, anlamlandırıcı bir rol üstlenmesi bu dönemi sağlıklı bir şekilde geçirmesine yardımcı olacaktır" diyor.

29 Eylül 2011 Perşembe

Eyvah çocuğum okula başlıyor


Eyvah çocuğum okula başlıyorOkula ilk kez başlayacak çocukların uyum süreçlerinde ailelere önemli görevler düşüyor. Bahçeşehir Kolejleri Genel Müdür Yardımcısı Psikolog Demet Köklü velilere bir dizi öneride bulundu.
OKULA BAŞLAMADAN - Ruhsal bakımdan okula hazır   hale getirin.
- Okulun güzel yanlarını anlatın.  Örneğin, onu çok sevecek bir öğretmeni  olacağı, arkadaş edineceğini anlatabilirsiniz.
- Akşam eve geldiğinizden birbirinizi  özlemiş olacağınızdan söz edin.  
SINIFTA İLK GÜN- İlk gün çocuğu anne-baba ya da ikisinden birinin okula getirmeli.
- Çocuğa okula geliş-gidiş saatleri, kimin getirip götüreceği açıklanmalı.
- İlk gün yaşayacağı en önemli kaygı, sürekli okulda kalacağı ve eve dönmeyeceğiyle ilgilidir. Bu tip kaygıların giderilebilmesi için çocuğa açık-net bilgiler verilmeli ve rahatlatılmalı.
- Okulun ilk günlerinde, anne-babaların sınıfta veya salonda bulunması, çocuğun okula alışmasını güçleştiren bir faktör. Anne-baba çocuğu öğretmenine teslim ettikten sonra, okuldan ayrılabilir.
İLK HAFTA VE SORUNLAR- Ancak, okula uyumda sorun yaşayan öğrenciler için anne ve babalar Rehberlik Servisi ile görüşerek uygun davranış modeli geliştirmeli.
- Çocuğunuz sabah okula gelmeniz konusunda ısrar ediyorsa, ona herkesin bir görevi olduğunu, onun görevinin ise, okula gitmek olduğunu anlatabilirsiniz.
- Kullanacağınız ifadelerin kısa, net ve kesin olması önem taşır. Ayrıca söz ve davranışlarınızın tutarlı ve kararlı olması da o denli önemlidir.
MİDE BULANTISI VE ATEŞ GÖRÜLEBİLİR Uyum problemi yaşayan öğrencilerde; psikolojik nedenlere bağlı olarak; mide bulantısı, kusma, yüksek ateş, karın ağrısı görülebilir. Uyum problemi yaşayan öğrencilerde şu tür sorunlarla karşılaşılabilir:
- Ağlayarak ayrılığı protesto etmek,
- Anne ve babasının kucağından inmek istememek, okuldan gitmelerine sarılarak izin vermemek, arkalarından ağlamak.
- Okulda sessizce, gruba katılmadan bir köşede oturmak,
- Sürekli olarak anne-babasının ne zaman geleceğini sormak ve kapıdan ayrılmak istememek.
Anne ve babanın, böyle bir durumla karşılaştıklarında telaşa kapılmamaları, birlikte hareket ederek, tutarlı bir şekilde sorunu çözümlemeye çalışmaları uygun bir yaklaşım olur.
Çocuk herhangi bir sağlık şikayeti ile okula gitmek istemediğini belirtiyorsa, anne-baba çocuğu yargılayıp, eleştirmeden dinlemeli. Eğer çocuğun rahatsız olmadığı biliniyorsa, çocuğa uygun bir dille ve açıklayıcı bir konuşma yapılarak okula gelmesi konusunda ikna edilmeli, bu olaydan rehber öğretmen ve sınıf öğretmeni haberdar edilerek, gerçek problemin ne olduğu araştırılmalı.


Okula Yeni Başlayacak Çocukların Okul Sürecine Hazırlanması


Psikolog Nagihan Akarsu, okula yeni başlayacak çocuklara okul ortamının övücü cümleler ile anlatılması gerektiğini söyledi.
Psikolog Nagihan Akarsu, okula yeni başlayacak çocuklara okul ortamının övücü cümleler ile anlatılması gerektiğini söyledi.

Akarsu, Aa muhabirine yaptığı açıklamada, yeni okul hayatına başlayacak çocukların bu sürece hazırlanmasında velilerin iyi bir anlatıcı olması gerektiğini söyledi.

Anne ve babalardan ayrılma korkusu yaşayan çocuklara uygun bir dille okulun öneminin anlatılması gerektiğini dile getiren Akarsu, şunları kaydetti:

"Okula yeni başlayan çocuklarda en fazla karşılaştığımız şey okul fobisidir. Kurallı ve farklı bir ortamla karşılaşacakları için okula gitmek istemezler. Anne ve babadan ayrılma korkusu yaşarlar. Tekrar eve dönüldüğünde anne ve baba olmayacak düşüncesi ya da korkusu olur. Bu dönemi daha rahat atlatmak için anne ve babaların çocuklarını uygun bir şekilde okula hazırlaması gerekir. Okula yeni başlayan çocuklara okul ortamı övücü cümleler ile anlatılmalı. Okul açılmadan önce çocuk okul bahçesine götürülüp öğretmeni ile tanıştırılabilir. "

Okul öncesinde büyüklerin çocuklara okuma ve yazma öğreterek kötülük yaptığını da vurgulayan Akarsu, şöyle devam etti:

"Velilerin en büyük yaptığı hatalardan birisi çocuklarına okuma ve yazma öğretmeleridir. İyilik yaptıklarını düşünen büyükler, çocuklarına kötülük yapmış oluyor. Çünkü çocuklar okula başladıklarında 'ben bunları biliyorum' diyerek okulu istemeyebiliyor. Bununla birlikte anne ve babaların öğrettikleri öğretmenlerin anlatım şekline uymayabilir. Bundan dolayı da çocuk bocalama yaşıyor. Bunları kenara bırakarak sadece okul öncesinde çizgi çalışmaları veya eğitici farklı metotlar gibi oyunlar ile hazırlık yapılabilir. Çocuğun daha önce kreş deneyimi var ise uyum sağlama süreci daha kolay olacaktır. Okula başladıktan sonra anne ve babalar ödevin yapılması konusunda çocuklardan daha fazla sorumluluk sahibi oluyor. Hatta ödevlerini çocuklarına yaptırmayıp, kendileri yapıyor. Bu şekilde de çocuklar sorumluluk sahibi olamazken öğrenemiyorlar. Özellikle okula yeni başlayan çocukların oturma salonlarında gözetim altında ödevlerinin yapılması sağlanmalıdır. Okuldan yeni gelen çocuğa hemen ders yapması konusunda baskı yapılmamalıdır. 'Dersin yok mu? Dersini yap!' gibi yargılamalar da çocuğun ders yapma isteğini ortadan kaldırır. Bu yüzden çocuklara 'çizgi filmini izledikten sonra dersini yapacaksın, değil mi?' gibi cümlelerle daha olumlu yaklaşımlar sergilenmelidir. "

"Öğretmenler okulun güvenli bir ortam olduğunu söylemeli" diyen Akarsu, kuralların somut ve iyi şekilde anlatılarak çocuğun okula adaptesinin sağlaması gerektiğini söyledi.

Sessiz ve sakin çocukların başarısız olduğunu ifade eden Akarsu, "Sınıfta suskun çocuklar olabilir. Öğretmenler tarafından oyunlar ile kendisinin açılması sağlanabilir. Genellikle hırçın ve yaramaz çocuklar sorunluymuş gibi görünür. Ancak sessiz ve sakin çocuklar daha fazla başarısız olabiliyor" diye konuştu.

İlkokul 1. sınıfların bir hafta önceden okula başlamasının okula alışması için çok faydalı bir sistem olduğunu da ifade eden Akarsu, şunları belirtti:

"İlkokul 1. sınıfa başlayan öğrencilerin diğer öğrencilerden bir hafta önce okula başlamaları çocuklar açısından çok faydalı oluyor. Çünkü büyük çocuklar ile bir anda aynı ortamda olması küçük çocuk için ürkütücü olabiliyor. Aynı zamanda farklı problemlerin yenilmesi için, anne ve babaların da beraberinde gelebilmesi açısından önemli. Bu anlamda bu eğitim sisteminin yeni okula başlayan çocuklar için büyük bir adım olduğunu düşünüyorum. " 

İkizler, farklı okullara mı gitmeli?


İkizler diğer kardeşlerden farksızdır, fiziksel olarak ayrı beden ve beyne sahiptir. İkiz çocuklara sahip ailelerin özellikle okul çağına gelen çocukları için kendilerine sordukları soruların başında ‘‘Acaba aynı okulda mı eğitim almalılar?’’ sorusudur.
 
 Özel Avusturya Sen Jorj Hastanesi Psikolog Sinem G. Şahin bu karar için ikiz sahibi ailelere önemli bilgiler veriyor. Aileye yeni katılacak olan bireyle ilgili heyecan ve mutluluk duygularıyla planlamalar yapan ebeveynler, artan üye sayısının aslında iki olduğunu öğrendiklerinde hem şaşırırlar, hem de bu yeni duruma adapte olmaya çalışırlar. Artık planlar değişmiştir, ikizler dünyaya geliyordur.
Her çocuk farklı bİr bireydir
“İster tek yumurta ister çift yumurta ikizi olsun gözden kaçırılan önemli bir nokta vardır. İkiz kardeşi olan her bir birey kendine has duygu, düşünce ve ihtiyaçlara sahiptir” diyen Psikolog Şahin,, şunları kaydetti: “Bu yüzden ikizinden bağımsız olarak değerlendirilmesi gerekir. İkizlerin ilgi alanları, yetenekleri ve gelişimleri farklılık gösterebilir. Fakat maalesef onlara dair beklentiler genelde bu yönde değildir. İkizinin başarılı olduğu bir alanda onun gibi performans sergileyemeyen diğer kardeş, bu beklentilerin doğurduğu baskı altında ezilir ve bu da olumsuz bir psikolojik tabloya yol açar.”
En hassas konulardan

Biri “Eğitim”
Okul çocuk için en önemli sosyal ortam olduğunu ifade eden Psikolog Şahin, “Çocuğun bu ortamda geliştirdiği ilişki yapısı onun hayatı boyunca etkili olacaktır. Bu yüzden hem öğretmen hem de okul arkadaşlarıyla ilişkilerin yoğun olduğu bu dönem çok hassastır. Genelde ikizler aynı okul hatta aynı sınıfa yerleştirilirler. Ama ikizlerin kendi özelliklerini keşfedebilmesi, birbirlerinden bağımsız ilişkiler kurabilmesi adına farklı sınıflarda eğitim almaları önemlidir. Aynı sınıf içerisinde karşılaşacakları kıyaslamalar ikizlerde yetersizlik hissine neden olup özgüvende derin yaralar açacaktır. Aynı zamanda daha çekinik olan karakter girişken olanın kanatları altına sığınıp kendi arkadaş edinebilme yetisini iyice köreltecektir. Ya da yetenekli olduğu bir alanda, ön plana çıkmayı seven diğer kardeş yüzünden geri adım atacaktır” şeklinde konuştu.  

Mevsim Depresyonuna Dikkat

Mevsim Depresyonuna Dikkat
Medical Park Özel Bursa Hastanesi Klinik Psikoloğu Canan Devletkuşu Sayıoğlu, mevsim değişikliğine bağlı depresif nöbetlerin özellikle tatil sonrasında işe dönüşü zorlaştırabileceğini söyledi.
Sayıoğlu, mevsimsel depresyonun, her yılın aynı aylarında tekrar eden, kişinin herhangi başka bir sebep olmaksızın, mevsimin gelişiyle çökkünlük, halsizlik hali yaşamasına sebep olduğunu söyledi. Devletkuşu, "Kişi, hayatında daha önce bu mevsimde yaşadığı travmatik bir olayı, mevsimin gelişiyle pek de farkında olmadan hatırlayarak, umutsuzluk ve isteksizlik haline girebilir. Farkında olmadan diyoruz, çünkü her düşüncemizin farkında olmasak da, bunlar bizim duygu halimizi direkt etkiler. Mesela, daha önce sevdiği birini kaybeden kişide, her yılın bu ayı hüznü çağrıştırabilir. Yılın belli zamanı ile ilgili çağrışımlar olumsuz duygu ve fiziki tepkilere sebebiyet verebilir" dedi.
Klinik Psikolog Canan Devletkuşu Sayıoğlu, bu tip depresyona teşhis koymanın zor olduğunu söyledi. Devletkuşu, mevsimlerden kaynaklanan depresyonun belirtilerini şu şekilde sıraladı:
İlgi ve istek kaybı, ümitsizlik, beklentisizlik, umursamazlık hali, iştahta ve uykuda bozulma, cinsel istekte düşüş, çaresizlik hissi, aşırı hassasiyet, çabuk kızma ve sinirlenme, intihara yönelik düşünceler".

Madde bağımlılığına müzikli çözüm

Madde bağımlılığına müzikli çözüm
Ülke TV'de yayınlanan İyi Bak Kendine'de musikinin ruh sağlığı üzerine etkileri ve madde bağımlılığının önlenmesindeki yeri konuşuldu.
ÜLKE TV’de 2 yıldır kesintisiz olarak ekrana gelen toplumun koruyucu ruh sağlığı programı ‘İyi Bak Kendine’ Perşembe gecesi yayınlanan bölümünde çok önemli bir konuyu “Madde Bağımlılığı” nı ele aldı. Madde bağımlılığının her yönüyle konuşulduğu programda musikinin de önemine dikkat çekildi. Programa telefon bağlantısıyla katılan Türk Sanat Musikisi sanatçısı Fikret Erkaya Uğur Canbolat’a ruh sağlığı ve musiki üzerine çok önemli değerlendirmelerde bulundu.
Kendine iyi bakmak isteyenlerin severek seyrettiği, modern insanın sorunlarına dair yeni arayışlar bulup, çözümler ürettiği ekranların ‘Koruyucu Ruh Sağlığı’ programı İyi Bak Kendine, gündeme taşıdığı önemli konu ve konuklarıyla toplumu bilgilendirmeyi sürdürüyor.
İyi Bak Kendine dün akşamki programında toplumun, özellikle de gençlerin önemli sorunlarından biri olan Madde Bağımlılığını masaya getirdi. Kişinin bedensel sağlığından ruh sağlığına, aile yaşamından sosyal yaşamına kadar hayatının hemen her alanını adeta kâbusa dönüştüren madde kullanımı, NPİSTANBUL Etiler Polikliniği’nden Dr. Özlem Mestçioğlu Gökmoğol ve Klinik Uzman Psikolog Orhan Gümüşel’in katılımıyla her yönüyle tartışıldı, konuşuldu.
Gecede ruh sağlığına katkısıyla musiki sanatı da gündeme geldi. Maltepe Musiki ve Eğitim Derneği Kurucusu ve Şefi Sanatçı Fikret Erkaya canlı telefon bağlantısıyla katıldığı programda ruh sağlığına musikinin faydalarından bahsetti.
Musikiyi, aklın ve gönlün beraber işlediği bir dal; içinde gizli, derin matematik bulunan ilim olarak tanımlayan Erkaya, temeli ruh olan musikinin insan fıtratına uygun, ruhun derinliklerine inebilen yegâne bir dil olduğunu kaydetti.
Musikinin insanları incelttiğini ve ruh sağlığını koruduğunu ifade eden Fikret Erkaya, insanın tepeden tırnağa enerji olduğunu ve bu enerjisini de doğru kullanması gerektiğini söyledi. Bu noktada musikinin devreye girdiğini belirten Erkaya, bireyin enerjisini doğru yer ve zamanda kullanması açısından musikinin çok önemli bir ilim olduğunu vurguladı.




ERGENLERDE YALAN SÖYLEME DAVRANIŞI


Yalan söyleme, gerçek olmayan duygu ve düşüncelerin sanki varmışçasına anlatılmasıdır. Çocuk eğitiminde yanlış tutumlar benimsenmesi sonucu ağır gelen cezalar çocuğu daha çok suça yöneltebileceği gibi yalana da sürükleyecektir. Yalan söylemek bir davranış bozukluğudur. Ancak çocuklarda durum farklıdır. Çocuklar 5 yaşından önce gerçeği ayırt edemeyebilir, uydurabilir, olmamış olayları olmuş gibi anlatabilir ya da olayları abartılı anlatabilir. Bu durumda çocuğun söyledikleri yanlış değerlendirilmemeli ve hiçbir zaman yalan olarak algılanmamalıdır. Çünkü gerçeklere sadık kalma davranışı bu yaş döneminden sonra gelişmektedir. İlkokul çağında bu durum sona erer.
5 yaşından sonra devam ediyorsa “yalan” bir davranış bozukluğudur. Buna alt ıslatma, kekeleme, tırnak yeme, saldırganlık, içe kapanıklık gibi davranışlar da eklenmişse durum ciddidir. Çocuklar bazen anne-babalarını ya da yakın çevresindeki insanları taklit ederek yalan söylemeyi kolaylıkla öğrenebilirler. Bu yüzden anne-babanın yalan söylememek konusunda iyi birer örnek olmaları gerekir.
Çocuk sık yalana başvuruyor ise bu, onun büyüklerine güven duymadığı anlamına gelir. Ya büyüklerinin beklentilerini karşılayamıyor ya da ceza korkusuyla yalana sığınıyordur.
Bütün çocuklar yalan söyler ama yalancı doğmazlar. Sadece yalan söylemeyi öğrendikleri bir gelişim döneminden geçerler.
Çocukların yalan söylemeyi öğrendikleri ilk insanlar aileleridir.
Pek çok davranışına karışılan ve eleştirilen çocuk, hata yapmış olmaktan ve küçük düşürülmekten korkar hale gelir.
Anne ve babalar sıklıkla, doğruyu söyletmek için çocuklarını itirafa zorlarlar. Köşeye sıkıştırılan çocuğun ilk tepkisi de inkar etmek olur. Nedense kimi anne babalar eli yüzü çikolataya bulanmış bir küçük çocuğa, "Söyle, dolaptaki çikolatayı sen mi yedin?" gibi saçma sorular yöneltirler. Bu durumdaki çocuk yalana sığınmaktan başka ne yapabilir? Bundan daha sakıncalı bir tutum da gizli polis yöntemiyle, "Doğru söylersen ceza vermeyeceğim" diye kandırdıktan sonra, "Biliyordum bunu senden başkasının yapmayacağını! Dayağı ye de aklın başına gelsin!" diyerek çocuğu dövmektir. Bu tür davranışlardan kaçınmak gerekir.
 Devamlı suçlanan, kendisini savunamayan ve kıyaslanan çocuklar bir anlamda cezalandırılmıştır. Çocuk, yanlış yaptığında doğru ve dürüst davransa dahi, cezalandırıldığında cezadan kaçmak için yalan söyleyebilir. Eğer çocuk sınavından düşük not almışsa, “Yine mi düşük not aldın, ne zaman çalışmaya başlayacaksın?” gibi suçlamalarla karşı karşıya kalırsa bir dahaki sefere zayıf aldığında, doğruyu söylemeyecektir. 
Gençler, ergenlik döneminde bağımsızlığını ortaya koyabilme çabasındayken kaçamaklar yanıtlar ile gerçeğin tamamını söylememe eğilimindedirler. Çünkü anne ve babalarına hesap verme yaşlarının geçtiğini düşünürler. Gerçeği söyledikleri zaman engellenebilir ya da en azından yapacaklarının bir kısmı onaylanmayabilir. Dolayısıyla gerçeği söylemek yerine yalan söylemeyi tercih edeceklerdir. Gençlerin ne kadar çok problemi varsa, sorunlarına çözüm bulabilmek için o kadar yalan söyleyebilirler.
Yalan söyleyen çocukların ve gençlerin;
* Kendisine saygısı yoktur.
* Kendisinden utanır.
* Özgüveni düşüktür ya da yoktur.
* Sahip olduğu değerlerinin ve yeteneklerinin farkında değildir.
* Kendini değersiz ve işe yaramaz olarak görür.

AİLELER NE YAPMALI?
Aileler, çocukların yalan söylemelerine karşı sert, aşağılayıcı tutumlar içerisine girmemeli, katı disiplin uygulanmamalıdır.
* Olumsuz davranışlar karşısında alabileceği tepkiler ile başa çıkma yolları öğretilmeli ve yalandan uzaklaştırılmalıdır.
* Anne-babalar öncelikle kendileri yalan söyleme konusunda titiz olmalıdırlar. Küçük, beyaz ya da ne tür yalan olursa olsun hiçbir şekilde yalana yönelmeyerek çocuklarına örnek olmaları gerekir.
* Çocuğun neden yalana başvurduğu büyük bir titizlikle tespit edilmelidir. Çocuğun sevgi yoksunluğundan kaynaklanan sorunları olabildiği gibi bir başkasını model alması da mümkündür.
* Çocukla sağlıklı iletişim ve etkileşim kurulmalıdır. Çocuk, düşüncelerini özgürce ifade edebilmelidir.
* Çocuğun yalan söyleyerek çıkar elde etmesi engellenmelidir.
* Çocuğu hatalarından dolayı suçlamamak, hor görmemek, aşağılamamak gerekir. Dayak en kötü cezalandırma yöntemidir. Çocuğun eğitiminde ve gelişiminde hiçbir olumlu yönü yoktur.
* Çocuğun fiziksel gelişimi kadar ruhsal gelişiminin de rolü büyüktür. Ebeveynlerin, çocuklarının ruhsal sağlıklarını da dikkate almalıdır. Ruhsal sağlığı yerinde olmayan bir çocuğun ne kadar fiziksel ihtiyaçları karşılansa, gelecekte büyük mevkilere ulaşıp, iyi para kazansa da içinde her zaman ruhsal bir boşluk olacaktır.

Ergenler kendilerini tanımasalar da anne-babalarını iyi tanır ve neyi onaylayıp, onaylamayacaklarını iyi bilirler. Yeni bir şey denemeye kalktıklarında gösterecekleri tutumları az çok kestirebilirler. Böyle bir durumda anne-babaların kendilerine, “Bu konuda çok mu katıyım?”, “Çocuğum vereceğim tepkiyi bildiği için mi paylaşmaktan kaçınıyor?” gibi soruları kendilerine sormalıdır. Eğer durum bundan ibaretse, konu tartışmaya açılmalı ve her iki tarafında kabul edebileceği yeni kurallar belirlenmelidir.

İlk ders zili çalıyor

Psikolog Seval Baysal, ilköğretime başlayacak öğrencilerin okul öncesi eğitim almalarını çok önemsediklerini belirterek, okul öncesi eğitim alan çocukların neredeyse tamamında ilköğretime başlarken herhangi bir uyum sorunu yaşanmadığını söyledi ve Okul öncesi eğitim varsa, ailelere fazla görev düşmüyor diye konuştu.
Yeni ve belirsiz olan her şeyin tüm bireyler için kaygı ve stres kaynağı olduğunu ifade eden Baysal, çocukların da yaşamlarında önemli bir değişiklik olacağını anladıkları ancak sonuçlarını tam olarak kestiremedikleri okul süreci nedeniyle bazı sıkıntılar yaşayabileceklerini kaydetti.

DOĞAL BİR OLAYMIŞ GİBİ DAVRANIN, ABARTMAYIN 

Çocuklar için ilköğretime başlamanın en iyi yolunun mümkün olduğunca doğal ve yumuşak bir geçiş olduğunu dile getiren Baysal, ailenin çocuğa okul ve okul sürecini önceden anlatması gerektiğini ancak bunu yaparken abartılı ifade ve tepkilerden kaçınmanın doğru olacağını belirtterek, şunları kaydetti:
Çocuklar, kendilerini tam olarak neyin beklediğini bilmedikleri için korkabilir, endişe ve kaygı duyabilirler. Ailenin okul sürecini anlatması, uyum dönemi başlamadan okulu gösterip tanıtması yerinde olacaktır. Mümkün olduğunca doğal davranmak, bunun normal bir süreç olduğunu hissettirmek önemli. Unutmayalım, biz ne kadar büyütürsek, ne kadar endişeli ve heyecanlı olursak, çocuğumuz de aynı endişe ve heyecanı, korkuyu paylaşacaktır. Veliler, Artık okullu oldun, hayatında her şey değişecek gibi cümlelerle, farkında olmadan çocuktaki kaygıyı artırabiliyor.

İLK İKİ GÜNDEN SONRA İŞİ ÖĞRETMENLERE BIRAKIN 

Çocukların en güvendiği kişiler olan ebeveynlerinin, okulun ilk günü çocuklarının yanlarında olmasının, minik öğrencilere güven ve destek vereceğini ifade eden Baysal, ancak çocukla birlikte okulda kalma gibi davranışların ilk günden sonra sürdürülmemesi uyarısında bulundu ve İlk iki günden sonra işi öğretmenlere bırakın diye konuştu.
Baysal, sınıfa girmek, çocukla birlikte sırada oturmak gibi davranışların öğretmene müdahale anlamına da geleceği uyarısında bulundu.
Bazı çocukların, özellikle de okul öncesi eğitim almayanların, okula gitmemek için direnç gösterebildiklerini de belirten Baysal, böyle durumlarda Tamam, bugün gitme, yarın gidersin şeklinde yaklaşımların, otoritenin ebeveynden çocuğa geçmesine ve çocuğun okuldan soğumasına neden olabileceğini kaydetti.
Baysal, Böyle durumlarda gayret gösterilmesi gerekiyor diye konuştu.

Psikolog: Ermenistan’da intihar edenlerin sayısı arttı


Son yıllarda tarikatlar sebebyle Ermenistan’da intihar edenlerin sayısı arttı. Açıklama bugün 10 Eylül’de düzenlenen basın toplantısı esnasnda psikolog Dr. Savel Khudoyan’dan geldi.
Khudoyan’ın ifadesiyle birçok tarikat, kendi üyelerine günah hissi ve dünyevi hayata yönelik korku hissi aşılamakta, dünyanın sonu düşüncesiyle korkutmakta, bireyi ortadan kaldırıp onu intihara dürtmekteler. Psikolojik sorunlarla boğuşan insanların sayısı da az değil.
″Ermenistan’da intiharların büyük kısmının tarikat mensupları tarafından işlendiğine dair istatistik var mı?″  sorusuna Khudoyan olumsuz yanıt vererek ″ Benzeri istatistikler yapılmıyor, ancak tarikatlar çevresinde kendini kurban etme düşüncesi yaygın″ dedi.
Basın toplantısında yer alan papaz Babken Hayrapetyan, kilisenin intihar edenler için, eğer intihar bilinçli olarak işlenmişse cenaze töreni düzenlemediğini, eski zamanlarda intihar edenlerin yüz üstüne ve mezarlık sınırları dışına gömüldüklerini belirterek ″Kilise bilinçli olarak intihar edenleri affetmiyor″ dedi.
″Kilise intiharların bilinçli olup olmadığına nasıl karar veriyor?″ sorusuna papaz Hayrapetyan şu yanıtı verdi: ″Esasta intihar edenin sinir hastahanesine kayıtlı olmasıyla,aksi halde intihar bilinçsizce işlenmiştir. Ancak bazı hallerde akrabaları intiharın anın etkisi altında olduğu, bilinçlice olmadığı bilgisini iletmekteler. Bu durumda biz, yalan durumunda günahın kendi boyunlarına olacağını söylemekte ve cenaze törenini yapmaktayız.″
Bu açıklama üzerine psikolog Khudoyan şu tepkiyi gösterdi: ″Hiçbir intihar normal durumda olmaz, tüm intiharlar da herhangi bir etki altında bulunmaktalar.″
Uluslararası Sağlık Örgütü (WHO), Uluslararası İntiharların Önlenmesi Örgütü desteğinde 10 Eylül’de ″Uluslararası İntiharların Önlenmesi Günü″ etkinliğini düzenlemekte. WHO verilerine göre; her yıl yaklaşık 1 milyon kişi intiar etmekte. Bu özellikle gelişmiş ülkelerde olmakta, Doğu Avrupa ülkeleri bu konuda ilk sıralarda yer almaktalar. Japonya’da her yıl 30 bin kişi intihar etmekte. Latin Amerika ve İslam ülkeleri bunu daha geriden takip etmekteler. Afrikaya ilişkin verilese yer almamakta.

Bilgisayar oyunları depresyon sebebi

Bilgisayar oyunlarının çocukları gerçek dünyadan koparıp, sorumlulukların olmadığı sanal dünyaya bağladığını belirten uzmanlar, çocuklarda birkaç yıl sonrasında depresif belirtiler görüldüğü uyarısında bulundu.
Klinik Psikolog Canan Sayıoğlu, yurtdışında yapılan araştırmalar video oyunları veya internet üzerindeki oyunları oynayan çocukların gerçek dünyadan kopup, sorumlulukların olmadığı sanal dünyaya bağlandığını gösterdiğini söyledi. Oyunlarla daha fazla vakit geçiren çocukların birkaç yıl sonrasında depresif belirtiler gösterdiğini vurguladı. Sayıoğlu, video oyunları oynama alışkanlığı olan veya anne-babası tarafından oyun bağımlısı olarak abartıyla betimlenen gençler üzerinde yapılan büyük araştırmaların Çin ve Amerika'da da benzer bulgularla sonuçlandığını kaydetti.
Bilgisayar oyunlarının kişinin zamanın nasıl geçtiğini anlamadan, dışarıdaki hayatı kaçırmaya sebep olan bir tarafı olduğunu vurgulayan Sayıoğlu, oyunların gerçekçiliği sayesinde dünyevi dertlerden uzaklaşıp, yapmak istenilmeyen sorumluluklar akla gelmediği için de rahatsız olunmadığını ifade etti. Oyun sonrasında biriken işler fark edildiğinde, oyun esnasındaki rahatlığı özleyip, zamansızca tekrar oyun oynamaya başlandığını ve kişilerin zaman içinde gerçek dünyaya yabancılaşıp sosyal kaygı, depresyon geliştirdiklerine vurgu yaptı.
Bilgisayar oyunlarındaki sanal boyutun gerçek dünyadaki sorumlulukların üzerini örtmesine izin vermemek için anne-babalara uyarılarda bulunan Sayıoğlu, özellikle 10-17 yaş çocuklarında oyun saatlerinin iyi düzenlemesi gerektiğini dile getirdi. Çocukların genellikle ödev sorumlulukları bitirdikten sonra oyun oynamalarına izin verilmesinin altını çizen Sayıoğlu, yasakların da çocuklar üzerinde olumsuz etkilerine değindi.

Okula başlayan çocuklar, ebeveynler değil

"Okula başlayan çocuklar, ebeveynler değil"Ana sınıfı ve ilköğretime yeni başlayacak öğrenciler, bugün öğretmen ve arkadaşları ile tanışıp okula merhaba dedi. Atılan bu ilk adım, duygusal açıdan da bir yeni bir dönemin başlangıcı oluyor. İşte bu nedenle, önemli olan okul hayatına iyi ve doğru bir başlangıç yapmak. Bu noktada yalnızca öğretmen ve okul idarecilerinin değil, anne babaların da dikkat etmesi gereken noktalar var.
Acıbadem Adana Hastanesinden Psikolog Hatice Ertuğrul, “Ailelerin öncelikle çocuklarını duygusal ve psikolojik yönden okula hazırlamaları gerekiyor” dedi. Çocukların anne-babalarının duygu ve davranışlarından çok etkilendiğini ve bunları kopya ettiğini hatırlatan Ertuğrul, “Çocuğunuzun karşısında ebeveyn olarak öncelikle kendi duygu ve davranışlarını kontrol altına almanız gerekir. Ailelerin okulla ilgili konuları çocuğa aktarırken kaygılı görünmesi ya da çocuğun okula gidişini sürekli ve abartılı bir şekilde dile getirmesi, çocuğun sıra dışı bir durumla karşı karşıya kaldığını düşünmesine, korkmasına ve endişeye kapılmasına neden olur.” diye konuştu.

ÇOCUKLARI ÖĞRETMENLE KORKUTMAYIN
Psikolog Ertuğrul, okula yeni başlayacak çocukların ailelerine şu tavsiyelerde bulundu, “Çocuğunuza okula gitmenin normal bir davranış olduğunu anlatın ve okulun hayatına getireceği olumlu yanlardan bahsedin. Ebeveynler bunu ne kadar normal bir süreç olarak görürseniz çocuğunuzda o kadar normal karşılayacaktır. Somut ve gerçekçi örnekler verin. Çocuklarınızı öğretmenlerle korkutmayın veya onları abartılı şekilde iyi göstermeyin. Bilgileri ne kadar doğru ve somut verirsek okul hayatını sağlıklı geçirmesini sağlarız. Çocuğunuzu okula birkaç gün siz getirebilirsiniz ama bunun devamını getirmeyin bireysel olarak kendinin gidip gelmesini sağlayın. Yemeğini yiyebildi mi, tuvaleti yapabildi mi gibi sorular geliyor olacak aklınıza. Yapabileceğiniz en iyi şey olumsuz davranışları görmezden gelmek olumlu davranışlarını pekiştirmek. İlk zamanlarda çocuklarının bu sorunlarla karşılaşması normaldir.”

ÇOCUĞUNUZLA SÜREKLİ DERS KONUŞMAYIN
Ailelerin çocukla okuldan sonra dersten bahsetmemesini isteyen Ertuğrul, “Okulda; neler yaptığı, arkadaşlarıyla, aktivitelerle, nasıl bir gün geçirdiğiyle ilgili konuşun ve sohbet edin. Ebeveynlerin dikkat etmesi gereken en önemli davranış çocuğun başarısından dolayı onu ne daha fazla seveceğiniz nede başarısızlığından dolayı ona karşı olan sevgimizin azalmadığını çocuklara söylemek. Okula başlayan çocuklar, ebeveynler değil. Kaygılarınızı ve endişelerinizi çocuklarınıza yansıtmayın.” ifadelerini kullandı.

Öfkenizi Kontrol Edin

Psikolog İhsan Düşmez, bireylerin kendine en uygun yöntemi seçmesi sonucu öfke ile başa çıkabileceğini belirtti. Düşmez, “Öfkeyi yenmek için doğru nefes alma, fiziksel egzersiz, dengeli beslenme, duruşunuzu değiştirme, uyuma saati belirleme gibi önemli unsurlara dikkat etmek gerekir. Öfkenin yol açtığı rahatsızlıklar ise beden, ruh ve sosyal sağlık açısından üçe ayrılır. Beden sağlığını etkileyen rahatsızlıklar arasında koroner kalp hastalığı, yüksek tansiyon sindirim sistemi hastalıkları, ruh sağlığı ile ilgili uyku bozuklukları, ciddi depresyon gibi rahatsızlıklara neden olduğu saptanan öfke; sosyal hayatta ise aile içi huzursuzluk, boşanma, arkadaş ve toplumsal ilişkilerden kopma gibi sonuçlara yol açıyor “ diye konuştu.

Öfkeliyken ani kararlar vermeme, her olayın olumlu bir tarafı olduğunu unutmama tavsiyesinde bulunan Düşmez, şöyle konuştu: “Yeterli ve dengeli beslenin. Yiyeceklerinizi küçük lokmalar halinde yavaş ve iyice çiğneyerek yiyin. Bol su için. Aynı saatlerde uyuyup uyanmayı alışkanlık edinin. Kendinizle olumlu diyalog kurun. Problemi saptayıp küçük parçalara ayırın. Çözüm seçeneklerini belirleyin. Bir tanesini seçip uygulayın. Sonuç olumluysa kendinizi ödüllendirin. Olumsuz ise başka seçenekleri deneyin, vazgeçmeyin. Öfke oluşturan durumları arkadaşınızla, yakınlarınızla paylaşın.”

Okullar Açıldı Çocuğunuz Hazır mı?


Uzun bir tatil döneminin ardından okullar açıldı ve öğrenciler yeniden yoğun bir çalışma döneminin içine girdi.

Özellikle Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu olan öğrencilerin, bu öğrencilerinvelileriyle öğretmenlerinin bu döneme hazırlanmaları gerekiyor. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu Koçluk Akademisi (DEHBka) kurucularından, Profesyonel Dikkat Eksikliği Koçluğu sertifikalı, Psikoloji YüksekLisanslı S. Tana Alalu, yeni okul dönemine hazırlanmanız için sizlere birkaç öneride bulunuyor.

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu olanöğrencilerin velilerine ve öğretmenlerine öneriler;
• Çocuğunuzun veya öğrencinizin iyi taraflarını gördüğünüzde olumlu geri bildirim verin, tatlı sözlerle abartmadan ödüllendirin. Olumsuz bir davranış gördüğünüzde de hemen yanına gidip, o davranışı olumluya nasıl çevirebileceğini paylaşın, kızgınlık ve öfke varsa sadece dinleyin.
• Daha sık geri bildirimde bulunun. Verdiğiniz ödevin sonucundan çok, ödev yapılırken harcanan enerjiyi ve konsantrasyonu destekleyin.
• Çocuğunuza veya öğrencinize uyguladığınız yaptırımlarınızın sonuçları net ve sizin için de yapılabilir olsun. Kolay vazgeçebileceğiniz yaptırımları kullanmaktan kaçının. Sonuçları sizi rahatsız edecek yaptırımlardan vazgeçersiniz. Çocuğunuz veya öğrenciniz, siz vazgeçtiğinizde nerede duracağını bilemez.
• Ceza vermek yerine, özendirici olun. Örneğin çocuğa, onun hoşuna giden ayrıcalıklar verebilirsiniz.
• Bir ödev veya görev vermeden önce istenilen davranışları gözden geçirin. Yapılmasını istediğiniz şeyi en basit ve az kelimeyle tekrarlayın. Örneğin dişlerini fırçalamayı hatırlatacaksanız sadece 'dişler' deyin.
• Çocuğunuza veya öğrencinize takip edeceğiniz yetki ve sorumluluklar verin. Bunlar yerinegetirilmediğinde sonuçları olsun. Yapılacakları soru veya rica şeklinde istenileni belirtmek yoluyla ifade edin. Hep tek komut verin. Uzun ve sıkıcı yönergelerden kaçının. Kendinizi tekrarlamayın. Komut verdiğinizde çocuğun dinlediğine emin olun. Dokunup, gözlerine bakarak konuşun. Çocuk başka bir şeyle meşgulken ona komut vermeyin. Çocuktan söylediğinizi tekrar etmesini isteyin. Ne kadar zamanda bitirebileceğini sorun ve zamanı belirleyin.
• Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu nedeniyle dağınık olan kişiler için en önemli şey devamlılıktır. Uzun vadede istediğiniz davranışı çocuğunuza veya öğrencinize kendiniz gösterin. Çocuklar sizi modeller. Hiçbir zaman birçok şeyi aynı anda değiştirmeyin. Bir tek şeyi değiştirip, uzun vadede aynı şey üzerinde çalışın. Bazı davranışlara hep aynı şekilde tepki verin ve eğer veliyseniz eşinizi de aynı tepkiyi vermesi yönünde uyarın.

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu olan öğrencilere öneriler;
• Problemleri kişiselleştirmeyin. Hiç bir şeyi kendinize yapılmış kötü bir tepki veya davranış olarak görmeyin. O zaman birçok şey daha kolay çözülür.
• Kendinize, "Daha iyi nasıl yapabilirim?" sorusunu sorun. İyi yaptığınız konuya odaklanın. Nasıl yaptığınıza bakın ve aynı işlemi başka yerlere uygulayın.
• Bunalana kadar sabredip, ertelememeyi öğrenin.
Çevrenize yapmanız gerekenleri hatırlatacak notlar asın. Ancak etrafınızda çok fazla not olmasın, sonra hangisinden başlayacağınızı bilemezsiniz.
Renkli kalemlerle notlar alın.
• Dağılmamak için hep aynı defteri kullanın. Bir tane el ajandanız olsun. Her şeyi aynı yere yazmak için zorlayın kendinizi.
• Bir şeyleri kendinize hatırlatmak için kendinize sorular sorun. Dağıldığınız zaman "Ben şimdi ne yapıyorum?" sorusunu sorun.
İş zamanınızla, boş zamanınızı birbirinden ayırın.
• Bir randevuya zamanında gitmek için hep varmanız gereken zamanı düşünerek sondan başa plan yapın. "Trafikte ne kadar zaman geçireceğim?", "Giyinmek için ne kadar zamana ihtiyacım var?" "Tüm bunları hesaplayınca kaçta çıkmam lazım?" şeklinde sorularla plan yapın.
• Kendinize tolerans gösterdikçe başkalarına da toleransınız artacaktır.
• Önceliklerinizi belirleyin. Tüm düşüncelerinizi beyin haritası halinde bir kağıda dökün. Sonra kendinize, en önce hangisini yapmanız gerektiğini sorun.

Okuldan Korkan Çocuğunuzla Konuşun


Bayındır Hastanesi KavaklıdereKlinik Psikoloji Bölümü'nden Uzman Psikolog Nilüfer Erkin, Çocuklarla okul korkusuhakkında konuşmanın faydalı olacağını belirtti.
Çocukların aşırı endişe ve korku içinde okula gitmeyi reddetmesidurumunda, hem çocuğun hem de ailenin uzman bir terapistten psikoterapi desteğialması gerekir.

Bayındır Hastanesi KavaklıdereKlinik Psikoloji Bölümü'nden Uzman Psikolog Nilüfer Erkin, "Okulkorkusunun oluşturduğu sorunların, zamanında çözümlenememesi durumunda, hayatboyu başarısızlığa davetiye çıkarır" dedi.

Yetiştiriliş tarzınedeniyle tek başına olmaktan çok korkan ve kurallara uymayı henüz beceremeyenbir çocuğun okul fobisini kendi başına kolayca yenmesi beklenmemelidir. Çocuğunkendine güveninin artması, engellenme toleransının ve sosyal ilişki kurmabecerilerinin gelişmesi için ve anne-babanın da çocuğa yaklaşımlarının
düzenlenmesi amacıyla hem çocuk hem de ailenin uzman bir terapisttenpsikoterapi desteğine ihtiyacı vardır. Bunun yanı sıra çocuğun okulundaki sınıföğretmeni ve rehber öğretmeni ile iş birliği içerisinde okula özendirilmesiiçin çalışmalar yapılmalı.

Okul fobisi çocuğun okulabaşlaması ile ortaya çıkan ve çocuğun aşırı endişe ve korku içinde okulagitmeyi reddetmesi durumudur. Genellikle çocuklar okula gidemeyecek kadar hastaolduklarını, mide bulantısı veya baş ağrıları olduğunu söylerler. Çocuğun okulagitmemesi ve evde kalması yönünde karar verildiğinde bu fiziksel sıkıntılarhızla kaybolmaktadır.

Çocuklarokula başladığında yeni bir fiziksel ve sosyal çevre ile karşılaşmaktadır, okulve sınıf tanımadıkları yeni bir ortam oluşturur. Genelde hangi yaşta olursaolsun yeni durumlar uyum sağlamayı gerektirdiğinden insanları tedirginedebilir. Kişilik özelliği olarak bazı çocukların kolayca yeni okul ortamınauyum sağlayabildikleri ve yeni arkadaşları ile hızla tanışıp birlikte oyunoynamaya başladıkları gözlemlenir. Bazı çocukların ise okulun ilk günleri dahaçok diğer arkadaşlarını dışarıdan gözlemledikleri, yeni ortamı tanımayaçalıştıkları fark edilir. Bu tip çocukların uyum sürecinde biraz zamana veöğretmenden desteğe ihtiyacı olur. Okul fobisi durumunda ise çocukanne-babasının, öğretmeninin hatta sınıf arkadaşlarının desteğine rağmen onuniçin yeni olan okul ortamına uyum sağlamayı reddeder. Genelde çocuğun içindebulunduğu duygu durumu aşırı korkulu ve endişeli gözüktüğü için anne-babası daçocuklarını zorlamalarından dolayı kendilerini suçlu hissedebilirler.

Şaşkınlık Yaratan Psikolojik Sorunlar

Teknolojik gelişmeler ve ilerlemelerle birlikte insanoğlunun psikolojik sorunları da artıyor. Artan psikolojik sorunlar arasında ilk defa duyulduğunda şaşkınlığa neden olan birçok rahatsızlık, binlerce hatta on binlerce insanın yaşamını altüst ediyor. İşte bunlardan en dikkat çekenler…
Othello Sendromu
Bu rahatsızlık, kişinin sevdiği birini hastalık derecesinde kıskanması durumu olarak ifade ediliyor. Eşinin veya sevgilisinin sadık olmadığı düşüncesine kapılan kişiler, kafalarında kurdukları senaryoda ihanete uğradıklarının düşünüp birlikte oldukları kişilere zarar verebiliyor.
Huzursuz Bacak Sendromu
Sık görülen rahatsızlığı yaşayanlar genellikle yatağa girip hareketsiz kaldıklarında bacaklarında fark ettikleri, ancak tam olarak tarif edemedikleri rahatsız edici hislere kapılıyor. “Baldırlarım ağrıyor”, “Bacaklarıma bir şeyler batıyor”, “Yanıyor” gibi çok farklı şekillerde şikayetlerini tarif ederken bu hislerin tümü istirahat halinde ortaya çıkıp, hareket ile kayboluyor. Bu rahatsızlık uykusuzluğa ve buna bağlı yorgunluk, dikkat ve konsantrasyonda azalma ve kişilik değişikliklerine neden olabiliyor.
Olfaktör Referans Sendromu
Çevresine katlanılmaz ölçüde kötü bir koku yaydığına inanan kişi, beden kokusuyla aşırı meşgul olurken ve bundan dolayı kendilerini suçluyor. Gerçekte var olmayan bir koku için sık sık çevrelerinden özür dileyen kişiler, dişlerini fırçalayarak veya sık sık elbise değiştirerek kokudan kurtulacaklarını düşünüyorlar.
Capgras Sendromu
Bu sendromun başlıca özelliği, kişinin çevresindekilerin gerçek olmadığına, başkalarının onların yerine geçtiğine inanması olarak tanımlanıyor. Kadınlarda biraz daha fazla görülen bu sendrom sanısal bozukluklardan biri olarak sınıflandırılabileceği gibi şizofreninin bir belirtisi olarak da görülebiliyor. Hasta, kendisini oldukça karmaşık bir komplonun içinde hissediyor ve çevresindekilerin farkında olmaksızın değiştirildikleri düşüncesinin rahatsızlığını yaşıyor

Sevdiğimiz erkeklerde babalarımızın izi var


“Babam hayatımın ilk aşkıdır” diyen de, babasından nefret ettiğini söyleyen de, babasını hiç tanımayan da…. Hepimiz hayatımızı birleştireceğimiz eşi seçerken, çocukluğumuzun baba modelinden izler arıyoruz farkında olmadan…

Damat kayınpeder toprağından olur” diyenler dışarıya kız vermemeye mi çalışıyorlardı yoksa insan psikolojisi hakkında bir fikirleri mi vardı bilinmez ama biz kadınların eş seçerken babalarımızı rol model aldığımız bir gerçek… Üstelik bu seçimde her zaman olumlu özellikler yönlendirici olmuyor, bazı kadınlar babalarının olumsuz yönlerini taşıyan erkeklerle bir yaşam sürdürmeyi tercih edebiliyor. Ancak bu durumun ne bir kitabı var ne de madde madde koşulları… Bu örnekler, içinde insan barındırıyor olması nedeniyle, kişilik yapısı, yaşanan çevre, anne-babanın ve onların ailelerinin tutumlarından etkilenerek şekilleniyor. Tek bir gerçek var ki; kızlar, ‘Asla babama benzeyen bir adamla evlenmezdim’ deseler dahi hayatlarının ilk erkeği olan babalarını bu seçimin dışında bırakamıyor. Psikolog Serap Duygulu, eş seçiminde baba faktörünün ne kadar etkili olduğunu anlattı.

Kız çocuğun hayata gözlerini açtığında ilk gördüğü erkek babasıdır. Baba-kızın birbirine duyduğu aşk, karşı cinsler arasındaki aşktan cinsellik boyutunu çıkardığınızda geriye kalan aşktır. Ergenliğe doğru bu aşk gerilemiş gibi görünür ama hep vardır ve hiç geçmez.

Kadınların eş seçiminde, birlikte yaşadıkları baba modelinin etkisi oluyor mu?
Psikolojide “anne yoksunluğu” olarak adlandırılan sendrom çok daha fazla ön plana çıkıyor ve babanın çocuk üzerindeki etkisinin o kadar da önemli bir faktör olmadığı düşünülüyor. Oysa babalar, özellikle kız çocuklar için ilk aşktır, gizli kahramandır. Kız çocuğun hayata gözlerini açtığında ilk gördüğü erkek babasıdır. Baba-kızın birbirine duyduğu aşk, karşı cinsler arasındaki aşktan cinsellik boyutunu çıkardığınızda geriye kalan aşktır. Ergenliğe doğru bu aşk gerilemiş gibi görünür ama hep vardır ve hiç geçmez. Bu ilişkinin, kız çocuğun ileriki yaşantısındaki etkileri de çok fazladır. Kız çocuklar, ileride eş seçerken ya baba figürünün aynısını ya da tam tersini seçiyor. Örneğin baba alkolikse ya da şiddet eğilimli ise kız çocuk, ya benzer bir erkekle beraber oluyor ya da tamamen sakin, munis bir erkekle evlenebiliyor. Eğer kız çocuk özgüvenini kaybetmiş, bağımlı kişilik özelliği geliştirmişse babasının aynı özelliklerini taşıyan bir erkekle beraber olma ihtimali artıyor. Erkek çocuklar için de aynı durumu anneleri ile ilişkileri açısından söz konusu oluyor. Ağırlıklı olarak aynı figürü seçiyoruz çünkü hepimiz doğal olarak annebabamıza hayran oluyoruz.

eylul-2011-iliski-resim-2
‘Babamı asla rol model almam’ diyenler yanılıyor mu?
‘Rol model almam’ demek bile, ‘Babamı rol model olarak alıyorum ve onun tam tersi özelliklere sahip bir insan seçeceğim’ demek anlamına geliyor. Oysa insanın gönlünün nereye konacağı da önceden bu kadar net olarak belli olmuyor. Hiçbir baba ne tamamen iyidir ne de tamamen kötüdür. Alkolik bir baba, diğer yandan çocuklarına karşı çok şefkatli bir baba olabilir. Babamızın şefkat özelliğini de mi rol model almayacağız? Bilinçaltımız ister istemez benzer özellikleri algıladığı için eşimizle babamızın bazı özellikleri mutlaka benziyor olacak… Kişiliği olmazsa konuşma tarzı, belki memleketi, belki mesleği…

Peki babasız büyüyen kızlar?
Son yıllarda seminer verdiğimiz okullarda veli profilini de tanımaya çalışıyoruz ve görüyoruz ki sınıflarda sadece annesi ya da sadece babası ile yaşayan çok fazla çocuk bulunuyor. Birçok kadın danışanımız da bize “Babasının boşluğunu nasıl dolduracağım?” sorusu ile geliyor. Bu gerçekten çok önemli bir sorun çünkü anne, babanın yerini dolduramıyor. Bu boşluğu dolduracak ağabey, amca, dayı, arkadaş, öğretmen gibi bir figürün mutlaka bulunmasını istiyoruz. Bu kişi annenin hayatındaki yeni bir insan da olabiliyor. Bazı durumlarda bu figür bulunamıyor ve o zaman babanın eksikliğinin etkilerini kız çocuk üzerinde çok belirgin şekilde görüyoruz.

Bu eksiklik kendini nasıl gösteriyor?
Böyle bir ortamda büyüyen kız çocuklarında iki net karakter görüyoruz. Bu çocuk ileride sosyal ilişkilerinde içine çok kapanık, güvensiz, özellikle erkeklerle bir aradayken elini ayağını nereye koyacağını bilemez halde ve erkeklere karşı da güvensiz olabiliyor. Çünkü babanın olmadığı yerde annenin olumsuz bir etkisi oluyor; erkeklere dikkat et, aman kimseye güvenme gibi telkinlerle muhafazakar, içe kapanık kız çocukları yetiştiriliyor. Bazen de tam tersi olarak çok atak, girişken ve erkek arkadaşları ile olan ilişkilerini kız arkadaşla olan ilişkilerinden ayırt edemeyen bir durumda olabiliyor. Bu çocuğun kafasında erkek ilişkisi konumlanmamış olduğu için durması gereken yeri bilmiyor, ne yazık ki bazen karşı cins tarafından hareketleri farklı algılanabiliyor. Bu kadınlar ileride evlenip çocuk sahibi olduklarında da çocuğun babası ile olan ilişkisini düzenlerken de sorun yaşıyorlar çünkü babayı nerede devreye sokmaları gerektiğini, nerede müdahale edilmesi gerektiğini bilemiyorlar.

Anne-babanın ilişki şekli de kız çocuğun ilerideki ilişkisinde belirleyici oluyor mu?
Kız çocuk evlenirken kafasındaki ilişki kavramını, aslında anne-babasının yaşadığı ilişki oluşturuyor. Seçtiği erkek bu modele uymuyorsa çatışmalar olabiliyor. Erkek çok iyi bir eş olabilir ama kadın eşini, babasının annesine davrandığı ilişki formatı içine sığdıramıyorsa sorunlar yaşanıyor.

Babası ile ilişkisi sağlıklı olmayan bir kız çocuk, ileride mutsuz beraberlikler yaşamaya mahkum mudur?
Burada annenin etkisi de önem taşıyor. Sağlıksız bir baba-kız ilişkisinde kız çocuk, baskın bir baba profilinin altında ezilmişse, kendine güvensiz ise ve bunu onaylayan bir anne de varsa ileriki yıllarda çok güvensiz ve içine kapanık oluyor. Ancak kızını korumaya çalışan, onu sosyal hayata iten, ‘Ben çektim o çekmesin’ diyerek destekleyen bir anne profili varsa kız çocuk çok sağlıklı ilişkiler de kurabiliyor. ‘Böyle bir aileden çıkıp da nasıl böyle güzel bir evlilik sürdürebiliyor’ diye şaşırdığımız insanlar çevremizde mutlaka vardır. Burada, çocuğun kendine olan güveni ve yetiştiği ortam da etkili olmakla beraber, ‘Babam anneme kötü davranıyordu. Ben eşime böyle yapmayacağım, bana öyle davranılmasına izin vermeyeceğim” diye düşünmesinin etkisi de bulunuyor. Örneğin alkolik babaların erkek çocukları da ya doğrudan babalarının yolunu seçiyorlar ya da kesinlikle babası gibi olmamaya karar verip sağlıklı evlilikler yürütüyorlar.

Babamızın fiziki özelliklerini de arıyor muyuz?
Tabii ki… Erkekler için de kızlar için de bu geçerli. Kişisel olarak benzetemese de fiziki bir yön mutlaka babaya benzeyebiliyor. Eş seçerken kişi bunun farkında olmuyor ama ilerleyen yıllarda bu izleri mutlaka görüyorsunuz. Bütün kadınlar kendilerine ‘Babamın hangi özelliğini eşimde görüyorum?’ diye sorarlarsa mutlaka fiziki ya da kişisel bir benzerlik olduğunu görecekler. Üstelik bunların hepsinin de olumlu özellikler olması gerekmiyor. Babası alkolik olan bir kadın içki içen bir adamdan kaçıp uzaklaşabilirken, aynı durumda bir başka kadın ‘Babam kadar içmiyor, bir şey olmaz’ diye düşünüp alkolün ardından kaybolmuş bir evlilik yaşayabiliyor. Yani kadın, baba figürünün ya aynısını ya da tersini seçiyor, ortası pek olmuyor.

eylul-2011-iliski-resim-3
Kız çocuk evlenirken kafasındaki ilişki kavramını, aslında anne-babasının yaşadığı ilişki oluşturuyor. Seçtiği erkek bu modele uymuyorsa çatışmalar olabiliyor. Erkek çok iyi bir eş olabilir ama kadın eşini, babasının annesine davrandığı ilişki formatı içine sığdıramıyorsa sorunlar yaşanıyor.


Babanın rolü gittikçe değişiyor
Baba ile çocuklar artık araya anneyi koymadan, yüz yüze doğrudan iletişim kuruyor. Babalar çocuklarının altını değiştiriyor, onların ihtiyaçlarını gideriyor. Günümüzün babaları da kendileriyle doğrudan ilgilenmeyen bir baba profilinden kurtulup ‘Ben çocuğumla daha çok ilgileneceğim’ diyen bir baba profiline doğru yön değiştiriyor. Bu iyi bir gelişme… Ancak burada da çizgiyi aşmamak ve babanın otoriter konumunu korumaya devam etmek gerekiyor. Günümüzde çocuklar hep talep ediyor ve annebabalar onlarla mücadele etmeye çalışıyor. Annenin hayır dediğine baba evet diyor, babanın hayır dediğine anne evet diyor. Bu durum anne-babanın birbiri ile olan ilişkisini de yıpratıyor. Oysa bazı alanları baba için bırakmak, ‘Baban izin vermiyor’ diyebilmek annelerin de işini kolaylaştırıyor. Sağlam duran bir baba profili çocuğun geleceği için de olumlu etki oluşturuyor, gelecekte kuracağı ilişkileri belirliyor. Aynı zamanda çocuklar beklemeyi, sabretmeyi ve hayatta her istediklerini hemen alamayacaklarını öğreniyor.

Çocuğunuzu okula karşı heveslendirin!


Birçok öğrenci yaz tatilini dinlenerek ve eğlenerek geçirdi. Denizin, güneşin, sokakların tadını çıkardı. Özgürce oyun oynadılar, geç yatıp geç kalktılar. Fakat şimdi okula gitme zamanı… Sabahları çalar saat ya da annelerinin sesiyle uyanacaklar, servise yetişmek için zamanla yarışacaklar, akşamları oyun oynamadan önce ödevlerini bitirme sorumluluğunu taşıyacaklar. Uzun tatilin ardından gelen bu değişiklik haklı olarak çocukların pek sevmediği ve alışmakta zorluk çektiği bir dönem oluyor. Okulların başlamasıyla öğrencilerde davranışsal ve duygusal sorunlar görülebiliyor.Ödevlerini erteleyenler, yapamayanlar, arkadaş ilişkileriyle ilgili sosyal sorun yaşayanlar, akademik başarılarıyla ilgili öğrenme ve dikkat problemi olanlar, öğretmen ve okulla ilgili olumsuz anıları olanlar, yüklü bir sınav temposuna hazırlananlar, tatilin eğlencesine doyamayanlar, isteksizlik, dersler, arkadaşlar, okul, öğretmenleri gibi okulla ilgili şikâyetlerini dile getirmeye başlayabilirler.
Tatil sonrası okula uyum süreci genellikle birkaç hafta içinde oluyor. Bu dönemden önce ve sonra aile, öğrenci ve öğretmenlerin yapması gerekenler DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Psikolog Şeyda Özdalga tarafından şu şekilde belirtiliyor:
“Okul dönemi saatine bedenin alışması için yatma ve kalkma saatleri aşamalı başlayarak, son hafta, okul dönemine çok yakın olması gerekiyor. Okul kıyafetleri, kırtasiye ihtiyaçları gibi alışverişlerde öğrencilerin velilerle birlikte olması, bu alışverişlerden öğrencinin keyif alması ve okula başlama hevesinin oluşması açısından önem taşıyor. Okula yeni başlayanlar ise okullar açılmadan velileriyle birlikte okulu ziyaret ederek ilk gün yaşayabilecekleri yabancılaşmayı hafifletebilirler. Okul açılmadan en az bir hafta önce eve dönülmesi ise velilerin özen göstermesi ve dikkat etmesi gereken önemli bir detay. Ayrıca günlük yaşam ve okul zamanının planlanması öğrenciyi motive edici bir faktör olacaktır. Planlama yapılırken öğrencinin aldığı yeni kararları odasında her zaman görebileceği bir yere yazıp asması, uygulamasına yardımcı olabilir” diyor ve ekliyor:
“Uzun yaz tatili sonunda öğrenciler, okulunu, arkadaşlarını, yeni öğretmenlerini, sınıfını merak etmekte, özlem giderme, tatil anılarını paylaşmanın heyecanını yaşamaktadırlar. Sıkılmaya başladıkları boş geçen zamanlarının yerine, yeni okul dönemi boyunca uygulayacakları kararlar almaya başlarlar. Arkadaş ilişkilerine daha çok dikkat edilecek, dersler daha dikkatli dinlenecek, ödevler daha düzenli yapılacak, sınav maratonu için hedeflere uygun çalışılacak… gibi kararlar, onların okula uyum süreçlerinin de destekleyicisidir”.
Yeni okul dönemine adaptasyon sürecinde öğretmenlere de bazı görevler düşmektedir. Öğretmenler ilk haftalarda öğrencilere karşı daha toleranslı ve esnek olmalıdırlar. Duygusal bozukluklar veya davranış bozuklukları gösteren öğrenciler ile konuşarak onları dinlemeli ve soruna beraber çözüm aramalıdırlar. Bu tip sorunlar artarak devam ederse durum veliler ile paylaşılarak akademik ve duygusal sorunların tespit ve terapisi için bir uzmandan yardım almalıdırlar.