Son 15 yıldır koçluk eğitimi alanların hızla arttığı görülüyor. Aslında tüm nish alanlar arasında en hızlı artışı yaşayan da kurumsal koçluk alanları. Hay Group'un yapmış olduğu araştırmaya göre Amerika'da Fortune 500 şirketlerinin % 40'ı özellikle yönetici koçlarını kullanıyor. Aynı araştırmaya göre diğer bir % 20, bir yıl içerisinde yönetici koçluğunu etkili bir araç olarak kullanacağını belirtiyor.
Peki nedir bu derece yükselişin sebebi? Aslında yükseliş faydada yatıyor. İnsanlar daha önce hiç görmedikleri kadar önemsendiklerini ve kendi başarıları için onlara destek olabilecek ve doğru yöntemleri kullanan koçların başarılarını etkilediklerini görüyorlar. Onlara hasta diye bakmayan ve tamir edilmesi gerektiğini düşünmeyen ve güçlü yanlara odaklanarak sadece farklı bir perspektiften bakmak için teknikler geliştiren biri ile beraberler. Bunu kim istemez ki?
Ya da halen psikologlar ya da psikiyatristler koçluk kavramına burun kıvırırken neden dünyanın ya da Türkiye'nin en büyük şirketleri bu alana her sene daha fazla yatırım yapıyorlar?
Aslında temelde bu soruların bir kaç cevabı var.
1 - Piyasada etkin olmayan eğitimler almış ya da hiç eğitim almamış olan ve ortalıkta koçum diye dolaşan, genellikle başka bir iş yapmayı başaramamış olan bir grup var ki, onların ben koçum demeleri bile sektöre zarar veriyor.
2 - Çıkarları etkilenen bazı meslek grupları, özellikle psikologlar ve psikiyatristler, yukarda 1.sırada verilen eğitimsizlerin profesyonel olmayan davranışlarını örnek olarak kullanıp küçümseme için bahane bulabiliyorlar. Hatta son dönemde rakip olarak gördükleri koçluğun karşısında yavaş yavaş bir pozitif psikoterapi eğilimin çıktığını görüyoruz.
3 - Bazıları bir kaç gün ile koçluk eğitimi mi olur diye eleştiriyor ama bugün Türkiye'de ve Dünya'da ortalama bir Doktora eğitimi 150 saat ile 200 saat arasında iken, ICF Akredite kurumların eğitimleride 150-200 saat arasında. Üstelik doktora programlarında sadece teori eğitimi verilirken, koçluk eğitimleri tamamen interaksiyona dayalı deneyim ve bilgelik eğitimleridir. Yani "bilme"nin değil, "olma" nın eğitimleridir. Üstelik üniversitelerin her zaman geriden gelenleri takip ettiğini görüyoruz. Örneğin termodinamik bilimi, James Watt'ın buhar makinelerini icad ettikten tam 50 yıl sonra üniversite ortamlarına girdiğini biliyoruz. Dünya teorilerle değil, uygulayıcıların deneyimleri üzerinde yükseliyor. Teori gereksizdir demiyorum, demek istediğim uygulamaya dökülmemiş deneyimin gereksiz ve boş olduğu yönünde.
Aslında temel mesele insan davranışında yatıyor. Eğitim aldığı halde çok başarısız psikiyatrist ve psikologlar var, aynı şey koçlar için de geçerli. Ancak Türkiye'nin dilemması devam ediyor. Psikologlar kendilerini, psikiyatistlere, koçlar da kendilerini bu gruba kabul ettirmeye çalışıyorlar. Belki de farkedilmesi gereken koçluğun bir psikoloji paketi değil bir iletişim paketi olduğunun anlaşılması.
Aslında koçluk eğitimlerine katılan psikologlar ve psikiyatristlerde görüyoruz, hatta bugün iyi koçlardan bazıları psikolog ya da psikiyatrist, ancak koçu koç yapan psikoloji teorilerini bilmesi değil onları yaşaması. İşte biz buna bilgelik diyoruz. Yani iletişimi çok zayıf olan yüzlerce psikolog ve psikiyatrist görebilirsiniz. Ancak iyi bir eğitim almış bir koçun iletişim yetkinlikleri yürüyüşünden bile belli olur.
İsterseniz gözlemleyin.
Bence psikoloji/psikiyatri alanları ile koçluğun uzaktan yakından ilişkisi yok, koçluk sadece bir iletişim paketi, kişiyi tedavi etmeye çalışmayan onu hasta gibi görmeyen, tamir etmeyen, sadece ileriye doğru adım atabilmesi ve bunu sürdürülebilir bir şekilde yapmasını sağlayan bir iletişim modeli. Biraz da bilgelik yolculuğu. Artık bu kavramları birbirleriyle ilişkili gibi görmeyi bırakmanın zamanı geldi.
Unutmayın aynı sektörde "Nane"'yi söyleyen Ajdar'ı da bulabilirsiniz, ama "Firuze"'yi söyleyen Sezen Aksu'yu da.. Yani koçlukda, psikolojide, psikiyatride de Ajdar'lar da var Sezen'ler de var. Siz doğru adımları takip edin yeter.
Eğer bu meslek aklınızın ucundan dahi geçiyorsa size tavsiyem bugün Amerikan Akreditasyon sisteminin bir parçası olan ICF (International Coach Federation) in akredite ettiği okulları eğitim için tercih etmenizdir. Bugün itibariyle Amerika'da bazı lisans ve yüksek lisans programlarında dahi koçluk bölümleri var ve ilginç bir şekilde bu üniversitelerin onaylarını dahi ICF veriyor. Türkiye'de de bu okullardan bir kaç tane var. Benim ilk aklıma gelenler (ACTP-Accredited Coach Training Program) Adler Leearning, Ericsson ve Sola Unitas Academy. Tabi aklınıza sadece bu okullardan mezun olmak gelmesin, aynı zamanda akademik ünvanlar gibi sizin de ACC, PCC ve MCC gibi ünvanlar almanız gerekiyor. Bu aynı zamanda bir sınavda başarılı olmanız demek. Yoksa sadece elinizde bir katılım sertifikası ile kala kalırsınız.
Herhangi biri sizi Ajdar olmaktan kurtarabilir ancak eğitim yine de bilgelik yolculuğunun sadece küçük bir parçası. Koçluk eğitimini yaşamanız ve içselliştirmeniz en önemli şey.
Yazımı meşhur psikoterapist Robert Biswas - Diener'in Journal of Clinical of Psychology'de ki akademik makalesinden bir alıntı ile bitireceğim. Biswas, klinik ortamlarda çalışan kişilere dahi öneriyor.
"In the end, coaching offers a number of potential applications to psychotherapy. These include an increased use of telecommunication, client-driven agendas, an emphasis on client strengths, and an explicit focus on motivation and forward progress. Although these claims require controlled research to substantiate, my experience indicates that using coaching techniques in psychotherapy and/or developing a hybrid therapy-coaching practice can help protect clinicians from burnout."
sezin devren
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder