Aziz dost! Sen, tek bir kişi değilsin; sen bir âlemsin! Sen derin ve çok büyük bir denizsin. Ey insan-ı kâmil! O senin muazzam varlığın, belki dokuz yüz kattır; dibi, kıyısı olmayan bir denizdir. Yüzlerce âlem, o denize gark olup gitmiştir!
(Hz. Mevlânâ-Mesnevi)
Mustafa Merter İsviçre’de eğitim görmüş, pratik yapmış konusuna hâkim bir psikiyatr. Aldığı eğitim neticesinde tedavi uygulamalarını sürdürürken bir sorgulama sürecinden de geçmiş. Modern bilimin tek başına insanın derinlerinde yatan sorunları çözmeyeceğini anladığı için psikoloji biliminin yanı sıra meditasyon, yoga gibi uygulamalar da gerçekleştirmiş. Fakat çok geçmeden bunların da yeterli olmadığını görmüş.
25 yılını geçirdiği İsviçre’den döndükten sonra Bodrum’a yerleşen Merter’i, yaptığı grup terapilerinden birinde karşılaştığı bir soru kendine getirmiş: “Terapi bittikten sonra bir hanım ‘Şimdi ne olacak?’ dedi. ‘Ya ben ne bileyim şimdi ne olacak. Ben psikiyatrım. Sizi buraya kadar getirdim.’ dedim. Aslında ben onun ne demek istediğini anladım; ama biz bu eğitimden geçmemişiz ki. Bir süre sonra bu hanım ve grup terapisine katılanlar Hinduizm, Taoizm, Budizm, Şamanizm gibi bazı yeniçağ manevi arayışlarına girip felaket üstüne felaket yaşadı. O zamana kadar oluşturmaya çalıştığımız her şey birdenbire gümbürdeyip gitti. İşte o zaman dedim ki, ben bu kadının sorusunun cevabını araştırmalıyım.”
Nereden ve nasıl başlayacağını tam bilemese de 1992’de Batı kaynaklarını tarayarak işe koyulmuş. Transpersonal psychology’yi fark etmiş, Türkçeye de ‘benötesi psikoloji’ şeklinde çevirmiş. Mevlana’yı İbn Arabî’yi keşfetmiş. Tasavvufla tanışmış ve tasavvufu bir yaşam biçimi olarak benimsemiş.
Mustafa Merter “Tasavvuf ve Benötesi Psikolojisi – Dokuz Yüz Katlı İnsan” isimli kitabı üzerinde on yıl boyunca çalışmış. Mevlana’nın Mesnevisinde yer alan bir ifadeden yola çıkarak ismini verdiği kitabında Merter insanın katlardan oluşan bir varlık olduğunu, bu katların en alt katlarında debelenen modern insanın üst katlara yükselebileceğini ve en nihayetinde “insan-ı kâmil” noktasına ulaşabileceğini söylüyor. Bunu söylerken de rehber olarak bize Kur’an ve Sünnet ekseninde yer alan tasavvufu gösteriyor.
Mustafa Merter uzun yıllar eğitimini gördüğü, metotlarıyla yoğrulduğu, uygulamalarını yaptığı modern psikolojiyi de es geçmemiş. Zaten kitap bir yönüyle de adeta bir modern psikoloji tarihi niteliğinde. Tabii ki Merter okuyucuya kuru kuruya kronolojik bir bilgiler yığını sunmuyor. Meseleye tamamen eleştirel yaklaşıyor. Daha doğrusu modern psikolojinin insan denen varlığı bir noktaya kadar doğru anladığını ancak o noktanın ötesine geçemediğini söylüyor. Merter’e göre modern psikoloji birçok kattan oluşan insanın en alt katlarını keşfetmiş (esfel-i safilin) ancak orada kalmıştır. Yaptığı şey o aynı kattaki odları dolaşıp durmaktan başka bir şey değildir. Freud’dan sonra gelen bilim adamları (Jung, Mashlow gibiler) sınırları zorlasalar da maddi (hatta Hıristiyan) bakış açısının çizdiği bu sınırların dışına çıkmaya cesaret edememişlerdir. İslam dini ve yüzyıllardır Kur’an ve Sünnet’ten damıtılarak oluşturulan tasavvuf geleneği insan gerçeğini apaçık bir şekilde gözler önüne sermiştir ve çözüm de buradadır. Kitabın ana fikrinin bu olduğunu söylesek herhalde abartmış olmayız.
455 sayfalık geniş hacmiyle ve içerdiği konuların çetrefilliğiyle ilk başta insanın gözünü korkutsa da okumaya başladıktan sonra konunun içine girmek için çaba sarf etmeye başladığınızı fark ediyorsunuz. Tarihiyle, kavram ve tanımlarıyla psikolojiye ve psikiyatriye yabancı olsanız dahi Merter’in konuyu hiç de yabancısı olmadığımız bir takım dini/tasavvufi gerçeklere bağlaması, namaz, oruç, hac, zekât, infak gibi konulara bir psikiyatr olarak yaklaşması, rüya konusunda ilginç yaklaşımlarda bulunması kitabı anlamak için insanın mücadele etmesini sağlıyor.
Bana sorarsanız bu kitabı okumak için psikoloji bilimine vakıf olmanız gerekmiyor. Hayır, tabii ki bu kitap stresle baş etmenin yollarını falan gösteren bir kitap değil. Günlük psikolojik sorunlarımıza günlük çözümler öneren bir el kitabı da değil. Aslına bakarsanız bu kitap kolay hazmedilir bir kitap değil. Bu kitabı okurken psikoloji bilimine vakıf olmanızın, hiç olmadı konuyla ilgili üç beş kitap okumuş olmanızın elbette büyük faydası olur. Ancak böyle bir avantajınız yoksa bile bu kitabı okuyabilirsiniz. Hatta okumalısınız.
Bu satırların yazarı psikoloji bilimine vakıf değil. Konuyla ilgili okuduğu kitapların sayısı da bir elin parmaklarını geçmez. Ancak doğumumuzdan ölümümüze kadar bize dayatılan yaşam tarzından kaynaklanan sorunların, yine bu yaşam tarzından doğmuş çözüm yollarının dayatılmasıyla halledilemeyeceğine inanıyor. Bu anlamda bu kitap çölün ortasında beliriveren bir vaha gibi duruyor.
Kitapta anlayamadığınız birçok nokta olabilir. Bu, bilgi birikiminiz, kavrayış yeteneğiniz, hatta zekânızla ilgili olabilir. Bu açığın kapatılması da oldukça mümkündür. Kitabı, anlayamadığınız, kavrayamadığınız yerlerini anlamayarak ve kavrayamayarak da okuyabilirsiniz. (tıpkı bu satırların yazarının yaptığı gibi) Anladığınız yerler çok büyük bir ihtimalle kalbinizle ve sezgilerinizle anlayabildiğiniz yerlerdir. Ve bu anlayışınız zamanla anlayamadığınız noktaları anlayıp kavramanıza da bir kapı aralayacaktır.
Olmadı açar bir daha okursunuz. Sonra bir daha…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder