23 Ağustos 2011 Salı

"Ruhsal hastalıklar, nüfus artışıyla orantılı olabilir"


Ülkemizde çeşitli ekonomik, sosyal ve politik durumlardan dolayı ruhsal ve sinirsel hasta sayısı gün geçtikçe artarak ilerliyor.
Sağlık Bakanlığı’ndan aldığımız istatiki bilgilere göre, Barış Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastahanesi’nde poliklinik hasta sayısı, 2009 yılında 14 bin 266 iken 2010 yılında 15 bin 532’ye ulaştı. 2011 yılının ilk altı ayında ise bu rakam 8 bin 159’a ulaştı.

Söz konusu durumla ilgili İngiltere Brunel Üniversitesi’nde uzmanlık kazanan Uzman Psikolog Umut Oktar ile görüştük. Oktar, ruh ve sinir hastalıkları hastanesindeki yatılı hasta sayısındaki artışın, ekonomik sebeplerle beraber artan nüfusa orantılı olabileceğini belirtti ve çarpıcı açıklamalarda bulundu:
“YATILI HASTALAR BELİRLİ BİR ÖDENEK ALIRLAR”
Uz. Psi. Umut Oktar ile görüşmemiz, konuya ilişkin detaylı istatistiki bilgi alınamamasıyla başladı. Psikolog olmalarına ve konuyla birebir ilgili olmalarına rağmen kendilerinin dahi detaylı istatiki bilgiye ulaşmakta zorlandığını belirten Oktar, bunun sağlıklı veriler elde etmekte sakınca doğurduğuna dikkat çekterek, böylesi bir durumda ancak varsayımlar üzerinden konuşabileceğinin altını çizdi. Oktar, bu konuyla ilgili yetkililerin ya bilinçli olarak söz konusu bilgileri vermediklerini ya da detaylı istatiki kayıtların olmadığını savundu.
“ÜLKEDEKİ NÜFUS ARTIŞINA ORANTILI ŞEKİLDE YATILI HASTA SAYISI ARTIYOR OLABİLİR”
Oktar, konuşmasının devamında, yaşanan ekonomik sıkıntılarla da bağlantılı olarak, akıl,ruh ve sinir hastalıklarında tedavi gören insanlara sosyal hizmetler kurumundan ödenek çıkarılması nedeniyle bundan faydalanan vatandaşların ödeneği alabilmesi için özellikle yataklı tedavi isteyebildiklerini dile getirdi.
Oktar, “Birincisi, Türkiye’den ve diğer ülkelerden gelen göçmen sayısı çok fazla. Özellikle son yıllarda büyük artış gösterdi. Dolayısıyla ruh ve sinir hastalıklarındaki artış, artan nüfusa orantılı bir şekilde gerçekleşmiş olabilir.
İkincisi, akıl, ruh ve sinir hastalıkları hastanesine yatan hastaların sosyal hizmetlerden tedavi gördüğü süre boyunca belli bir maaşa bağlanması söz konusudur. Dolayısıyla ülkenin ve dünyanın içerisinden geçtiği ekonomik krizle de birlikte bağımlıların hastaneye yatmaya karar vermesi de mümkündür.  Ekonomik bir gelir olsun ve aynı zamanda tedavi olabileyim düşüncesiyle böyle bir durum olmuş olabilir.
Üçüncüsü ve daha çok yoğunlaştığım mesele ise kapatılma konseptidir. Kapatılma diyorum çünkü, akıl hastaneleri, hapishaneler, eğitim kurumları esasında insanların iyileşmesi, toplumun gelişmesi gibi ‘ulvi’ sebeplerden dolayı var olan kurumlar  olarak görünse de bu kadar masum olduklarına inanmıyorum. Bu kapatılma meselesiyle de o yüzden biraz ilgiliyim. Ailenin, toplumun, yönetsel otoritenin değer yargılarından, normlarından, şu veya bu şekilde sapma gösteren insanların, anormal diye adlandırılması, dolayısıyla sağlıksız oldukları, ruh sağlıklarının yerinde olmadığı izlenimi var. Bu çok da sağlıklı bir çıkarım değildir. Normal olmamak başka birşeydir, sağlıksız olmak başka birşeydir. Bunu akıl hastanelerinin özelinde de konuşacak olursak, insanların normalleştirilme ve belli bir kurumsal iktidara tabi kılınma ve bu kurumsal iktidar üzerinden insanların otoriteyle olan ilişkisinde belli bir bağımlılık ve itaat ilişkisi düzenleme fonksiyonu vardır. Dolayısıyla akıl hastanelerine olan hasta sayısının artışı ya da artmayışı bahsini ettiğim bu süreçlerle de ilişkilendirilebileceği gibi, akıl hastanelerinin orada oluşu bile incelemeye değer bir alandır”dedi.
“KRONİK SERVİS DİYE BİRŞEY VAR”
Hapishanelerin, akıl hastanelerinin ve eğitim kurumlarının insanların ‘belli bir kurallar bütününe uyum sağlamaları’ işlevini gören kurumlar olduğunu söyleyen Oktar, bu kurumsal dinemiklerin işleyişinde ceza prensibinin öenmli bir yer tuttuğunu belirtti. Ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde ‘kronik servis’in olmasının da insanlara ‘ilelebet orada olacakaları ya da olabilecekleri’ hissini verdiğini söyledi.
Oktar, “Ne kadar katı bir normatif düzen içindeyseniz o kadar fazla akıl hastanelerine, eğitim kurumlarına ve hapishanelere ihtiyaç duyarsınız. Bizim ülkemizde de bu üç kuruma çok değer verilir. Toplum olarak biz çok normatif yaşayan insanlarız. Akıl hastanesinin içinde yaşanan o iyileştirme çalışmalarına da değinmek gerekiyor. Orada yapılan şeyin, insanların ruh sağlıklarının iyileştirilmesi olduğuna ve dolayısıyla ‘ulvi’ bir göreve hizmet ettiğine dair bir inanç vardır. Sanırım buradaö kurum içinde insanların yardıma ya da uzman desteğine ihtiyaç duymasının ötesine her zaman gidildiğini söylemek gerekiyor. Tabiri caizse kendi dinamiğinin kontrolünü kendi eline alan bir kurumsal yapıdan ve özetle ifade etmeye çalıştığım fonksiyonlarından bahsediyorum. İçerideki uzmanların da o kurumsal dinamiklere tabi olması söz konusu...
İnsanların kafasında ‘oraya hasta gidersin ve sağlıklı bir birey olarak çıkarsın’ var. Bu kadar basit değil. Temel olarak yapılan şey, psikiyatrik otoriteye kişinin tabi tutulması ve ona itaatın sağlanması. Psikiyatrik iktidar üzerinden, hastaların normalleştirilmesi ve normalleştirilemezse eğer normalleşene kadar kronik servise alınması söz konusu. Yani ruh sağlığında uzman insanlarsınız ve kurumsal yapılanmanızı da tamamlamışsınız var ve ‘kronik servis’ diye bir şey var. Bu ‘ilelebet orada olabilirsin’ demektir. Dolayısıyla kurumları fonksiyonel olarak düşündüğünüzde insanların bu bahsettiğimiz akıl hastanesi, eğitim kurumları ve hapishaneler ilişkisi üzerinden iyileştirmeö geliştirme vs. adı altında iktidara tabi kılınması söz konusu” dedi.
“UYUŞTURUCU MADDEYİ DESTEKLEYENLER VAR”
Madde bağımlılığındaki artışa da değinen Oktar, bu maddelerin çok kolay temin edilebildiğine ve bunu engelleyici bir uygulamanın olmayışına dikkat çekti.
Oktar, “ Maddeler uyuşturucu ve uyarıcı maddeler olarak ikiye ayrılır. Esasında çok eski zamanlaradn beri kullanılırlar. Dünyadaki bazı kültürel ritüellerin de içinde maddeleri görmek mümkündür. Bu tür maddelerin kullanımının artışı insanların yaşamındaki ekonomik, sosyal, ailevi sıkıntılardan dolayı olabiliyor. Ancak bundan da önemlisi uyuşturucu maddelere çok kolay erişilebiliyor. Yani meseleyi iki boyutuyla düşünmek gerekiyor. Ülkede yasa dışı maddelere ulaşmak çok kolay. Bu ülkede her hangi bir düzeyde, yeterli bir kontol yok. Ortaokul öğrencileri bile istediklerinde çok kolay temin edebiliyorlar. Dolayısıyla bu maddelere bu denli kolay ulaşılabilirken, bunun önüne geçebilecek bir siyasi ya da güvenlik düzenlemesi yok. Hatta bunun desteklendiğini söyleyenler bile var. Çünkü belli bir kar var bu işin içinde ve bunun kar marjının yüksek olması nedeniyle belli başlı şekilde desteklendiğini söyleyenler var” dedi.
“PSİKOLOĞA BAŞVURMAKTAN ÇEKİNMEYİN”
Savaştan etkilenenlere ve kayıplarının kemiklerine yeni erişenlere de tavsiyede bulunan Uz. Psi. Umut Oktar, aynı zamanda insanların psikoloğa gitmekten çekinmemeleri gerektiğini vurguladı.
Oktar, “Yaşamınız esnasında sevdiğiniz birileri ölür, onları kaybedersiniz. Bir yas süreci geçirirsiniz. O yası sağlıklı atlatabilmeniz için bir uzmanla beraber hareket etmekte fayda var. Ancak savaştaki kayıplar farklıdır. Ölmemiş, ölememiş insanlar vardır. Ne ölü ne de diri olan insanlardan bahsediyorum. Ölememiş bir insanın yasını tutamazsınız. Öldüğüne dair somut birşeyiniz yok. Ne ölüsünü ne dirisini göremiyorsunuz. Dolayısıyla o yas ne başlayabildi ne de son bulabildi. Ortada bir muğlaklık var. Kazılardan sonra kemiklerin çıkmasıyla beraber aslında bu yas başlatılıyor. Gerçekten insanlar yakınlarının, o zaman öldüklerini kabul edebiliyor. O zaman yas dönemi başlayabiliyor. Ayrıca Kayıplar Dairesi’nin de psikologlarla beraber çalıştığını biliyoruz” dedi.
Kendisinde ya da yakın çevresinde herhangi bir ruhsal bozukluk, rahatsızlık, sıkıntı ya da benzer problemler gören insanların bir ruh sağlığı uzmanına gitmekten çekinmemelerini temenni ettiğini belirten Oktar,  “zaten bir uzmanla görüşmeden neyin ne olduğu tam olarak anlaşılamaz. Vakalar uzman desteği olmadan sağlıklı şekilde çözülmez. Herhangi bir problemle ilgili bir psikologa gidilmesini tavsiye ediyorum” dedi.
NORMALDEN Mİ SAPTINIZ?
Psikoloğa gitmenin boğazımız ağrıdığında, boğaz doktoruna gitmek kadar doğal olduğunu vurgulayan Oktar, psikoloğa gitmek için ille de çok büyük sorunlarımızın olmasının gerekmediğini söyledi.
Oktar, “En başta söylediğim gibi Kıbrıs’ta biz çok normatif yaşıyoruz. Bununla bağlantılı olarak normalden biraz sapınca utanç duyuyoruz. ‘Normalden saptım. Dolayısıyla ben sağlıksızım. Ben deliyim’ düşüncesi oluyor. Bu sağlıklı bir düşünce değil. Dünyanın geneline baktığınızda Kuzey Kıbrıs bu anlamda çok orijinaldir. Ne uluslararası anlamda ülke olabilmiştir, ne kendisini toplum olarak bütün dinamikleriyle var edebilmiştir. Bu yüzden kendi içerisine kapanmış bir ülkedir. Dolayısıyla böyle ülkelerde  katı normatif yaşam kalıbı görmek mümkündür. Dünyanın diğer yerlerine baktığınızda psikoloğa gitmek için bir rahatsızlığınızın, bir hastalığınızın olması gerekmiyor. Herkesin bir psikoloğu vardır. Herkesin bir psikoloğunun olması gayet sağlıklı bir durumdur. Psikoloğa herkes gidebilir. Aslında bunu medya kuruluşlarının da yardımıyla, sizin gibi uzmanlara söz hakkı vermeye çalışan kuruluşların da sayesinde bunun normal bir süreç olduğunu, psikoloğa gitmenin başka bir boğaz ağrısı için doktora gitmekten çok da bir farkı olmadığını yavaş yavaş insanlara anlatmamız gerekiyor. Gitmekten çekinmemek lazım”dedi.
“HÜKÜMETLERİN BÜYÜK AYIBI”
Ülkemizde psikologların bir yasaya tabi olmadıklarından dolayı herkesin psikologmuş gibi davranabileceğini ve bunun yasal bir yaptırımının olmadığını belirten Oktar, bu nedenle sağlıklı bir hizmet ortamının yakalanamadığından yakındı. Oktar, psikologlar için yapılacak bir yasayla çok daha sağlıklı hizmet verilebileceğini de sözlerine ekledi.
Oktar, “Bizim psikologlar olarak bir yasamız yok. Bu aslında bütün hükümetlerin büyük bir ayıbıdır. Utanç kaynağı olması gerekiyor. Ruh sağlığı çalışanlarının hatrı sayılır bir kısmının yasal düzenlemesi yok. Yani bu ülkede market açar gibi klinik açıyorsunuz. Vergi Dairesi’ne bağlısınız, Sağlık Bakanlığı’na ya da başka bir merkeze değil. Biz psikologlar olarak ‘psikolog oda yasasının’ geçmesi için yıllardır uğraşıyoruz. Hükümetin artık bunun ivedi bir ihtiyaç olduğunu kavraması gerekir. Bizim oda yasamızın olmaması demek, bizim mesleki düzenlememizin olmaması demektir. Bizim hastalarla ilişkimizin, kimse tarafından kontrol edilmemesi demektir. Hatta bu işte uzman olduğunu söyleyen insanların, uzmanlığının kontrol dahi edilmemesi söz konusudur. Bu büyük bir sorundur ve halledilmesi gerekir. Çünkü, insanların canıyla ilgileniyorsunuz. İnsanların canıyla ilgilenmek çok ciddi bir iştir. Bu yasal düzenleme yokken diğer herşey ağır aksak gidecektir” dedi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder